11 Ekim 2013 Cuma

Çocukla tatile gidilir mi? - 2. Bölüm

Eveet. Nerede kalmıştık.. ? Heh Disneyland diyordum...

Oraya nasıl gittik.? Turu satın almamıştık. Trenle gitmek kolay görünüyordu. Ama herkes turla gidiyordu ve sabah erkenden çıkmazsanız sonra zor olur dediler. Biz de tamam sabah erken çıkarız dedik ve inatla almadık turu. Beraber gittiğimiz arkadaşımız Ümit, rehberle akşam konuşmuş. Acaba bizi kapısına kadar götürebilir misiniz diye..? Uyanığız ya, para vermeyeceğiz dedik bir kere. Rehber yok olmaz diyince kaderimize küstük. :) Bir de rehbere saydırıyoruz tabii, kaç günlük hukukumuz var şurda yani.. Peşinden o kadar koşmuşuz gık demeden.. :) Bir de kızdık adama bizi götürmedi diye. Neyse, sabah kalktık, şansa bakın ki henüz bizim tur kalkmamış. Herkes kapıda bekliyor. Ben de boş boş geziniyorum. Bizimkileri bekliyoruz filan derken rehber Tevfik'i çağırdı. Bir kenarda konuştular. Sonra Tevfik güya çaktırmayarak "Tamam hadi binin otobüse" dedi. Nasıl yaaani..? Rehber bize acıdı sanırım. Birimizin küçük çocuğu, diğerimiz hamile ve çocuklu... Aslında tam acınacak haldeyiz.. :) Neyse, sonuç olarak tur otobüsüne binip gittik. Trenle gitsek 45 dk civarı yol sürecekti. Bir de oraya gidince ne yapacağımızı filan de bilmiyoruz. İyi oldu yani tur rehberinin bize acıması... Ama dönüşü kendiniz yaparsınız dedi.. Peki dedik, ne diyelim... :)


DİSNEYLAND

Çocukken en büyük hayallerimizden biriydi o şatoya gitmek.. Neresi olduğunu bilmiyordum ama orada olmayı hep çok istemiştim. Her çocuk gibi.. Şimdi hayallerimin gerçek olduğunu şu Disneyland yazısını gördükten sonra farkettim. Oraya gidene kadar "amaan Disneyland'e gidiyoruz işte" diyordum, hatta daha önce de anlattığım gibi o kadar yorulmuştum ki turdan ve şemsiyeli rehberimizin peşinden koşmaktan bir an önce şu tur bitse de eve dönsek artık demeye başlamıştım. Ama o yazıyı gördükten sonra herşey değişti.. "Allah'ım inanamıyorum nereye geldiğimize..!!" İnanılmaz bir heyecan kapladı içimi. Tevfik'e sürekli inanamıyorum Tevfik..Naaptık biz yaa..?! Nasıl oldu da farketmedim..? Nasıl bir heyecan var anlatmam mümkün değil. Şu an bile yazarken heyecanlanıyorum. Bir yandan da üzüldüm. Yaa, Gökçe'yle Seda da olsaydı ya diye.. :( Onlarla da paylaşmayı çok istedim o anı. Abla olunca insan gerçekten yaptığı şeylerden bazen vicdan azabı duyuyor.. Ben eğleniyorum onlar göremiyor diye.. Neyse, sözüm olsun. Çınar da büyüyünce hep beraber gideriz yine.. :)  Nerede kalmıştım..? Evet yazıyı görmek bile yetti iyi birşey yaptığımızı anlamaya.. Nehir mi? O ne anlasın..? Boş boş bakıyor etrafa.. "Bak Nehir Disneyland'e geldik" diyorum. Eee? Ne olmuş der gibi bakıyor yüzüme. :) Bir de şirinlikler yapıyor arka koltuktakilere.. Artık neredeyse akraba olduk zaten turdakilerle...
Otobüsten indikten sonra Disneyland'in girişine bayağı yürüyorsunuz.. İnanılmaz bir kalabalık var. Sabah erken gittik güya ama yine de kalabalık... Biletleri önceden aldığımız için direkt girişe yöneldik. Bir de çaktırmadan rehberi takip ediyoruz. :) Girişte öyle düşündüğümüz gibi acayip arama yok.. Çok şaşırtıcı... O kadar alışmışız ki Türkiye'de her yerde ellenmeye ve aranmaya, burada neden öyle güvenlik kapısı filan yok anlamadık, ama o heyecanla çok da üstünde durmadık tabii.. Birkaç masa koymuşlar yanyana, onların arasından geçiyorsunuz sonunda da çantalarınızı kontrol eden memurlar var. Sonra da içerdesiniz. İçeri girer girmez herkes koşar adımlarla yürümeye başlıyor. Sanırsın ki yarışmadasın.. Bu arada hala yazaken gülüyorum. Ümit rehberin peşinden koşmaya başladı. Biz nasıl koşalım..? Gülden zaten neredeyse 7 aylık.. Zor yürüyor.. Bende çocuk arabası var... Koşayım da bir yere kadar.. Neyse, Ümit koşuyor biz peşinden... Rehber arada bir arkasına bakıyor grubuna, o anda duruyoruz filan. Tam komedi filmi gibi yani. elimizdeki haritalara henüz bakamamıştık bile.. Neyse, bir ara rehberden duymuştuk ilk macera bebekler adasına diye..
Evet küçük çocuklu aileler için güzel bir başlangıç. İçeri girip şatoyu gördükten sonra hemen sağından en arkaya doğru ilerliyorsunuz. Neyse ki Nehir'in henüz uyku vakti gelmemişti. Beraber bir tekneye bindik ve girdik mağaraya... İnanılmaz güzel bir müzik.. Anneler bilirler bu müziği zaten, etrafta bir sürü minyatür bebek.. İnanılmaz güzel bir ortam.. Nehir zaten kendinden geçti. Nereye bakacağını şaşırdı. Biz de öyle.. Ağzımız kulaklarımızda. Yanda bir resmini ekledim zaten. Buradan çıktık, hemen yanında yine çocuklar için bir küçük tekne turu. ve hemen 3. gezimiz çocuklar için küçük bir tren macerası. Şu hızlanıp yavaşlayan, dağ tepe gidenlerden. Ama Nehir sonunda ağlamaya başladı. Çünkü çok korktu. Demek ki küçükmüş hala.. Neyse, Nehir'i bu 3. gezintiden sonra uyuttuk sonra da aldık haritayı elimize, çünkü rehber çok hızlı gitti. Yetişemedik. :)
Kısaca özetleyeyim.. Yazın ortasında SAKIN Disneyland, Paris filan gitmeyin. İnanılmaz bir sıcak var. Terden yapış yapış olduk. Nehir'in üstünü kaç kez değiştirdim bilmiyorum. Ben durup durup tuvalete gidip elimi yüzümü yıkıyorum ama yetmiyor. Bu arada bir sürü alışveriş dükkanı var. Aman kendimi kaybetmeyeyim. Çok para harcayayım diyorum. Ama her dükkanda farklı bir şeyler var. Neredeyse hepsinden 1-2 hatıra aldım. Tabii ki pahalı. Ama şansım varken aldım işte.. Bütün gün sıcak altında oradan oraya koşarak geçti. Bir ara bizim büyükler, Tevfik'le Ümit'i kendi hallerine bıraktık. Onlar macera trenine bindiler. Hatta yanda resmini gördüğünüz şeye bindiler. Hala ne olduğunu bilmiyorum ama Tevfik karanlıkta olduklarını söyledi ve sürekli sarsılıyorlarmış. Onlar da eğlendiler. Neyse, biz Gülden'le artık yorgunluktan bayılacak hale geldik. Saat 19:00 da her akşam geçit töreni varmış. Onu bekledik. Ve o an geldiğinde neredeyse ağlayacaktım. Gözlerim doldu. "Vay be Tevfik... Ne harika birşey yapmışız..!! İyi ki geldik.." dedim. Gerçekten iyi ki gittim. Bence herkes şartları uygunsa bir kez de olsa Disneyland'e gitmeli.

Eee.. Sıra geldi dönüşe. Saat olmuş 20:30 civarı.. Zaten ne olduysa o zaman oldu. Bütün günün keyfi bir yana yorgunluğu üzerimizde, hem acıktık.. hem de daha bir sürü yol var önümüzde.. Olan şu: Tam çıkarken son kez bir mağazaya girdim ve hatıra olsun diye büyük bir çanta aldım. Hem aldığımız kıvır zıvırları da içine koyarız diye düşündüm. Torba da istemedim. Aldıklarımızı içine koyduk ve kapısından çıktık. Sola döndük trene yürüyoruz. Bu arada rehber bizi ilk Paris'e girerken uyarmıştı. Burası çok göç alıyor. Etrafta zenci ve size yanaşıp kimliğinizi, pasaportunuzu görmek isteyen olabilir. Hem de size kendi kimliklerini gösterebilirler. Sakın birşey göstermeyin. Bunlara inanmayın yürüyün gidin dedi. Biz de biliyoruz ya böyle bişey olabilir. O yüzden pasaportları filan otelde bıraktık. Fazla para da almadık yanımıza birşey olursa diye. Herşey otelde kasada. Neyse, tam çıktık yürüyoruz, zencinin biri yanıma geldi. "Madam, çantayı açın bakacağım" dedi ve kimliğini gösterdi. Ben de "Neden!?" dedim. Ben neden diyince ses tonu da değişti. Zaten doğru düzgün ingilizce de konuşamıyorlar. Ben neden diyince telsizini açtı, birilerini çağırdı. Noluyor filan demeden birisi daha geldi. Ben zorluk çıkardım ya. O sırada Ümit geldi yanımıza. anlamaya çalıştı. Ama anlamak da çok mümkün değil. Sonradan anladık ki, bu rutin bir kontrolmüş. Disneyland'de alınan herşeyin torbasında olması gerekiyormuş. Ben Neden diyip, çantayı açmayınca iyice huylanmışlar. Çalıntı birşeyler var zannetmişler. Fişini görmek istedi filan. Ben de bir fiş buldum ama çantanınki değil. :) neyse, yedi onu.. Biz de yolumuza devam ettik. Aman dikkat yani. Disneyland deki mağazada da uyarmadılar. Torbanızı alın filan diye. Neyse, bundan da kurtulduk. Sonunda trene ulaştık. Bir de oradaki gişedeki kadın bizi yedi bir güzel. Gereksiz yere bilet sattı. Neyse, turnikeden geçtik, bu sefer de treni görünce hemen atladık ama Ümitler'i kaybettik. Onlar da bizi beklemişler boşuna. Telaşlanmışlar. Ümit çıkmış yine o bela zenciyi bulmuş. Anlatmaya çalışmış, anlaşamamışlar filan.. Biz o sırada yoldayız. Onları göremeyince trene bindiler sanıp devam ettik. İnanılmaz bir karışıklık anlayacağınız.. Sonunda birbirimize kavuştuk.. Sinirlerimiz çok gerildi.. Ama o günü de öyle atlattık işte...

Brugge

Ertesi sabah yolculuk başladı yine. 4 saat yol gittikten sonra çikolata ve dantel cenneti Brugge' a ulaştık. Tabii ki yorgunluktan unuttuk. Bir de Tenten'in memleketinde olduğumuzu.. :)

Rehberin anlattığına göre bir ara neredeyse saat başı Afyon'dan Brugge'a otobüs kalkıyormuş.. Tabi ki mübalağa.. Ama o kadar sık gelen oluyormuş. Oradakiler de Afyon'u Türkiye'nin başkenti sanıyorlarmış. :) O kadar çok Türk varmış ki o küçücük yerde, çevre bakanı bile Türk'müş. :) Neyse, orada çok vaktimiz yoktu, 3 saat kadar vaktimiz vardı.
O arada ne yaptık? 15 dk kadar rehberin peşinden koştuk yine. Öğlen vakti güneş tepede ve bana sıcak bastığı için tekne turu yapmak istemedim. Serbest zamanımız önce su arayarak sonra "Aaa.. Carrefour varmış.. oraya bakalım. Aman Nehir'i yağlayalım. şimdi yemek vakti ne yedireceğiz" telaşıyla geçti.

Bira müzesine gittik, tenten ürünleri satan bir mağazaya girdik ve çıktık. Herşey çok pahalı. Tabii bu arada Nehir hanım hazır sebze çorbalarını reddettiği için ona uygun bir yer aradık. Sonunda makarna, çorba filan olan şirin bir yer bulduk. Girdik, oturduk. Hanım'a makarna söyledik. Elini içine soka soka yemeğe çalıştı. ama kesinlikle  doğru düzgün yiyemedi.
En son ne mi oldu? Üstüme S..çtı...!!! şaka yapmıyorum. Restoranda tam yedirmeye çalışırken Tevfik "Orasında bir ıslaklık mı var" dedi. Hava sıcak ya, anlamıyorum tabii yeni gelen sıcaklığı.. :) bir de baktım ki şortumun bir kısmı ve dizimin üstü tamamen, ve Nehir'in altı tamamen b.mbok olmuş.. !! :) Güleyim mi? Kızayım mı? Ağlayayım mı? Ne yapayım?
Zaten yemek de yediremiyorum..!! Kahretsin..!! Nereden çıktım bu tatile diye söylenmeye başladım.. Nehir'in umrunda değil tabii. Koşa koşa tuvalete gittik, soydum. Etrafa dokunmaması için özel çaba sarfediyorum.. İğrenç her yer.. :( Neyse, temizlendik, toplandık. Kalan yemeğimizi yedirmeye çalıştım. Orada işimiz bittiğinde zaten son 1 saatimiz kalmıştı. Biraz etrafa baktık. Bu arada inanılmaz lezzetli bir waffle yedim. Bize burada tatil yerlerinde kakaladıkları o waffle lar yalanmış. Gerçeğini yiyince anladım.

Kısacası Brugge, çok güzel sevimli bir yer. Çikolatasını yiyemedik. Rehber Brüksel'den alırız. Şimdi yolda erimesin dedi. Biz de almadık. Genel izlenimim, yurtdışına çıkarsanız Brugge' a bir uğramanız gerektiği.

Brüksel:

Ve turumuzun son etabı. Brüksel. Çok düzenli ve sessiz bir yer. tabii tam da akşam saati gittiğimiz için de sessiz. En az Luksemburg kadar da elit. :) Yine otobüsten inip koşmaya başladık. Brüksel'de pek birşey yapamadık. Meşhur işeyen çocuk heykelinin tarihini öğrendik. Onu da rehber tam bilmiyor zaten. Rivayetleri anlattı. Şimdi ben bile tam hatırlayamadım. Çikolatamızı aldık, akşam yemeğimizi yedik. Bu arada Ikea sandalyelerini her yerde görmek güzel bir duygu. Nehir Hanım'a lazanya yedirdim. :) abur cubur yiyerek geçen 2-3 günümüzün sonunda kesinlikle Nehir'in  tatile çıktıktan sonra zayıfladığını farkettim. Çünkü son 2-3 gün doğru düzgün yediremedim. "Allah'ım bir an önce dönelim artık eve.. Yeter bu işkence..!!" Son gün sürekli bunu söyledim. En son bir de oteli bulmak için döndük dolaştık şehirde. Bildiğiniz tam bir Avrupa şehri. Oteli bulduk, yerleştik. Klimayı açtık, uyuduk. ece bir ara uyandım. Buz gibi olmuşuz. Nehir'i bir an öldü sandım. Aldım sarıldım, hiç tepki vermiyor. Zaten yorulmuştu da ama küçük bir korku yaşadım. Klimayı kapattım, hemen sarıldım öyle uyumuşuz.

İstaaaaannnnnbuuuulll....!!!!!!!

Sonunda evimize dönüyoruz. Nehir yine uçakta 1 saat kadar uyudu. Sebze çorbasını yine reddetti. Israrlıyım ama yemiyor. Artık eve gidince mantıklı birşeyler yediririm diye düşündüm. Uçak yolculuğumuz 3 saat sürdü. Bir de Sabiha'dan eve dönüş  de 1 saat . Toplamda 4 saatte evimize vardık. Neredeyse cuma günü iş çıkışı Atatürk Havalimanı'ndan kendi evime gidiş süresi kadar. :)

Herşeye rağmen, iyi ki böyle bir tur yapmışız. Nehir'le neyi ne kadar yapabileceğimizi anladık. Genel olarak uyumlu bir çocuk Nehir. Uyumak istediğinde biraz yardımcı olursak 1-2 saat arabasında uyutabiliyoruz. Öyle toplu taşımadan filan korkuyordum Türkiye'deyken... Binmek istemiyordum. Ama sorun yok. O rezalet metrolara bindikten sonra bizimkine hayli hayli biner.. :) Dışarıda yemek yedirme konusunda da sıkıntımız olmadığını anladım. Ama bence en güzeli illaki çocukla çıkasaksanız 6 aya kadar çıkın.. :) 6 aydan sonra meyvesiydi, yoğurduydu, sebze çorbasıydı derken çocuğun yemeğiyle uğraşmaktan etrafa bakacak vaktiniz kalmıyor. Ya da çocuğunuzun büyümesini bekleyin. En az 3-4 yaşına gelmiş olsun. Ya da son seçenek bir cesaret çıkın bakalım sizin başınıza neler gelecek... :)