13 Şubat 2014 Perşembe

Subat..!

Merhaba tekrar...
Uzun zamandir cok istedigim halde bir turlu vakit bulup yazamiyordum. Iste yine geldim.. :)
Subat ayi benim icin hep cok onemli bir ay oldu.
 98 yilina kadar dogumgunumden dolayi cok onemliydi. Artik bilmeyen yoktur. :)  17 subat
98 senesinde ise esas onemli olay Tevfik'imle birlikteligimiz basladi. 20 Subat
Ardindan her sene subat ayinda 3 kutlama yapmaya basladik.. :) tabi ki bi sureligine 14 subat da kutlandi...
Sonra Acu'mla tanistik ve subat kutlamalarimiza Acumun da dogumgunu eklendi.. 10 subat
Ve cok onemli ve ozel bisey oldu.. tevfik'in senelerce "Bu subat ayi benim icin cok agir geciyor. Insallah cocugumuz da subatta dogmaz" derken Nehir'imiz 22 subatta bize katildi... :)
Subat ayi.. benim icin hep cok degerli olacak...

Simdi sirada bebegimin 2. Yas gunu var. Ne cabuk gecmis zaman ..

 Az once eski yazilarimi okuyordum. Iyi ki yazmisim.. :) cogu seyi simdi hatirlamiyorum bile.. Nehir hanim bizi cok ugrastirmis. Onunla gwcirdigim her an benim icin cok degerli... Tipki babasiyla gecirdigim her anin degerli oldugu gibi..

Iyi ki varsiniz, iyi ki dogmusum, iyi ki dogmussunuz, iyi ki beni gozune kestirmissin canim.. :)

Ikinizi de cok seviyorum...

11 Ekim 2013 Cuma

Çocukla tatile gidilir mi? - 2. Bölüm

Eveet. Nerede kalmıştık.. ? Heh Disneyland diyordum...

Oraya nasıl gittik.? Turu satın almamıştık. Trenle gitmek kolay görünüyordu. Ama herkes turla gidiyordu ve sabah erkenden çıkmazsanız sonra zor olur dediler. Biz de tamam sabah erken çıkarız dedik ve inatla almadık turu. Beraber gittiğimiz arkadaşımız Ümit, rehberle akşam konuşmuş. Acaba bizi kapısına kadar götürebilir misiniz diye..? Uyanığız ya, para vermeyeceğiz dedik bir kere. Rehber yok olmaz diyince kaderimize küstük. :) Bir de rehbere saydırıyoruz tabii, kaç günlük hukukumuz var şurda yani.. Peşinden o kadar koşmuşuz gık demeden.. :) Bir de kızdık adama bizi götürmedi diye. Neyse, sabah kalktık, şansa bakın ki henüz bizim tur kalkmamış. Herkes kapıda bekliyor. Ben de boş boş geziniyorum. Bizimkileri bekliyoruz filan derken rehber Tevfik'i çağırdı. Bir kenarda konuştular. Sonra Tevfik güya çaktırmayarak "Tamam hadi binin otobüse" dedi. Nasıl yaaani..? Rehber bize acıdı sanırım. Birimizin küçük çocuğu, diğerimiz hamile ve çocuklu... Aslında tam acınacak haldeyiz.. :) Neyse, sonuç olarak tur otobüsüne binip gittik. Trenle gitsek 45 dk civarı yol sürecekti. Bir de oraya gidince ne yapacağımızı filan de bilmiyoruz. İyi oldu yani tur rehberinin bize acıması... Ama dönüşü kendiniz yaparsınız dedi.. Peki dedik, ne diyelim... :)


DİSNEYLAND

Çocukken en büyük hayallerimizden biriydi o şatoya gitmek.. Neresi olduğunu bilmiyordum ama orada olmayı hep çok istemiştim. Her çocuk gibi.. Şimdi hayallerimin gerçek olduğunu şu Disneyland yazısını gördükten sonra farkettim. Oraya gidene kadar "amaan Disneyland'e gidiyoruz işte" diyordum, hatta daha önce de anlattığım gibi o kadar yorulmuştum ki turdan ve şemsiyeli rehberimizin peşinden koşmaktan bir an önce şu tur bitse de eve dönsek artık demeye başlamıştım. Ama o yazıyı gördükten sonra herşey değişti.. "Allah'ım inanamıyorum nereye geldiğimize..!!" İnanılmaz bir heyecan kapladı içimi. Tevfik'e sürekli inanamıyorum Tevfik..Naaptık biz yaa..?! Nasıl oldu da farketmedim..? Nasıl bir heyecan var anlatmam mümkün değil. Şu an bile yazarken heyecanlanıyorum. Bir yandan da üzüldüm. Yaa, Gökçe'yle Seda da olsaydı ya diye.. :( Onlarla da paylaşmayı çok istedim o anı. Abla olunca insan gerçekten yaptığı şeylerden bazen vicdan azabı duyuyor.. Ben eğleniyorum onlar göremiyor diye.. Neyse, sözüm olsun. Çınar da büyüyünce hep beraber gideriz yine.. :)  Nerede kalmıştım..? Evet yazıyı görmek bile yetti iyi birşey yaptığımızı anlamaya.. Nehir mi? O ne anlasın..? Boş boş bakıyor etrafa.. "Bak Nehir Disneyland'e geldik" diyorum. Eee? Ne olmuş der gibi bakıyor yüzüme. :) Bir de şirinlikler yapıyor arka koltuktakilere.. Artık neredeyse akraba olduk zaten turdakilerle...
Otobüsten indikten sonra Disneyland'in girişine bayağı yürüyorsunuz.. İnanılmaz bir kalabalık var. Sabah erken gittik güya ama yine de kalabalık... Biletleri önceden aldığımız için direkt girişe yöneldik. Bir de çaktırmadan rehberi takip ediyoruz. :) Girişte öyle düşündüğümüz gibi acayip arama yok.. Çok şaşırtıcı... O kadar alışmışız ki Türkiye'de her yerde ellenmeye ve aranmaya, burada neden öyle güvenlik kapısı filan yok anlamadık, ama o heyecanla çok da üstünde durmadık tabii.. Birkaç masa koymuşlar yanyana, onların arasından geçiyorsunuz sonunda da çantalarınızı kontrol eden memurlar var. Sonra da içerdesiniz. İçeri girer girmez herkes koşar adımlarla yürümeye başlıyor. Sanırsın ki yarışmadasın.. Bu arada hala yazaken gülüyorum. Ümit rehberin peşinden koşmaya başladı. Biz nasıl koşalım..? Gülden zaten neredeyse 7 aylık.. Zor yürüyor.. Bende çocuk arabası var... Koşayım da bir yere kadar.. Neyse, Ümit koşuyor biz peşinden... Rehber arada bir arkasına bakıyor grubuna, o anda duruyoruz filan. Tam komedi filmi gibi yani. elimizdeki haritalara henüz bakamamıştık bile.. Neyse, bir ara rehberden duymuştuk ilk macera bebekler adasına diye..
Evet küçük çocuklu aileler için güzel bir başlangıç. İçeri girip şatoyu gördükten sonra hemen sağından en arkaya doğru ilerliyorsunuz. Neyse ki Nehir'in henüz uyku vakti gelmemişti. Beraber bir tekneye bindik ve girdik mağaraya... İnanılmaz güzel bir müzik.. Anneler bilirler bu müziği zaten, etrafta bir sürü minyatür bebek.. İnanılmaz güzel bir ortam.. Nehir zaten kendinden geçti. Nereye bakacağını şaşırdı. Biz de öyle.. Ağzımız kulaklarımızda. Yanda bir resmini ekledim zaten. Buradan çıktık, hemen yanında yine çocuklar için bir küçük tekne turu. ve hemen 3. gezimiz çocuklar için küçük bir tren macerası. Şu hızlanıp yavaşlayan, dağ tepe gidenlerden. Ama Nehir sonunda ağlamaya başladı. Çünkü çok korktu. Demek ki küçükmüş hala.. Neyse, Nehir'i bu 3. gezintiden sonra uyuttuk sonra da aldık haritayı elimize, çünkü rehber çok hızlı gitti. Yetişemedik. :)
Kısaca özetleyeyim.. Yazın ortasında SAKIN Disneyland, Paris filan gitmeyin. İnanılmaz bir sıcak var. Terden yapış yapış olduk. Nehir'in üstünü kaç kez değiştirdim bilmiyorum. Ben durup durup tuvalete gidip elimi yüzümü yıkıyorum ama yetmiyor. Bu arada bir sürü alışveriş dükkanı var. Aman kendimi kaybetmeyeyim. Çok para harcayayım diyorum. Ama her dükkanda farklı bir şeyler var. Neredeyse hepsinden 1-2 hatıra aldım. Tabii ki pahalı. Ama şansım varken aldım işte.. Bütün gün sıcak altında oradan oraya koşarak geçti. Bir ara bizim büyükler, Tevfik'le Ümit'i kendi hallerine bıraktık. Onlar macera trenine bindiler. Hatta yanda resmini gördüğünüz şeye bindiler. Hala ne olduğunu bilmiyorum ama Tevfik karanlıkta olduklarını söyledi ve sürekli sarsılıyorlarmış. Onlar da eğlendiler. Neyse, biz Gülden'le artık yorgunluktan bayılacak hale geldik. Saat 19:00 da her akşam geçit töreni varmış. Onu bekledik. Ve o an geldiğinde neredeyse ağlayacaktım. Gözlerim doldu. "Vay be Tevfik... Ne harika birşey yapmışız..!! İyi ki geldik.." dedim. Gerçekten iyi ki gittim. Bence herkes şartları uygunsa bir kez de olsa Disneyland'e gitmeli.

Eee.. Sıra geldi dönüşe. Saat olmuş 20:30 civarı.. Zaten ne olduysa o zaman oldu. Bütün günün keyfi bir yana yorgunluğu üzerimizde, hem acıktık.. hem de daha bir sürü yol var önümüzde.. Olan şu: Tam çıkarken son kez bir mağazaya girdim ve hatıra olsun diye büyük bir çanta aldım. Hem aldığımız kıvır zıvırları da içine koyarız diye düşündüm. Torba da istemedim. Aldıklarımızı içine koyduk ve kapısından çıktık. Sola döndük trene yürüyoruz. Bu arada rehber bizi ilk Paris'e girerken uyarmıştı. Burası çok göç alıyor. Etrafta zenci ve size yanaşıp kimliğinizi, pasaportunuzu görmek isteyen olabilir. Hem de size kendi kimliklerini gösterebilirler. Sakın birşey göstermeyin. Bunlara inanmayın yürüyün gidin dedi. Biz de biliyoruz ya böyle bişey olabilir. O yüzden pasaportları filan otelde bıraktık. Fazla para da almadık yanımıza birşey olursa diye. Herşey otelde kasada. Neyse, tam çıktık yürüyoruz, zencinin biri yanıma geldi. "Madam, çantayı açın bakacağım" dedi ve kimliğini gösterdi. Ben de "Neden!?" dedim. Ben neden diyince ses tonu da değişti. Zaten doğru düzgün ingilizce de konuşamıyorlar. Ben neden diyince telsizini açtı, birilerini çağırdı. Noluyor filan demeden birisi daha geldi. Ben zorluk çıkardım ya. O sırada Ümit geldi yanımıza. anlamaya çalıştı. Ama anlamak da çok mümkün değil. Sonradan anladık ki, bu rutin bir kontrolmüş. Disneyland'de alınan herşeyin torbasında olması gerekiyormuş. Ben Neden diyip, çantayı açmayınca iyice huylanmışlar. Çalıntı birşeyler var zannetmişler. Fişini görmek istedi filan. Ben de bir fiş buldum ama çantanınki değil. :) neyse, yedi onu.. Biz de yolumuza devam ettik. Aman dikkat yani. Disneyland deki mağazada da uyarmadılar. Torbanızı alın filan diye. Neyse, bundan da kurtulduk. Sonunda trene ulaştık. Bir de oradaki gişedeki kadın bizi yedi bir güzel. Gereksiz yere bilet sattı. Neyse, turnikeden geçtik, bu sefer de treni görünce hemen atladık ama Ümitler'i kaybettik. Onlar da bizi beklemişler boşuna. Telaşlanmışlar. Ümit çıkmış yine o bela zenciyi bulmuş. Anlatmaya çalışmış, anlaşamamışlar filan.. Biz o sırada yoldayız. Onları göremeyince trene bindiler sanıp devam ettik. İnanılmaz bir karışıklık anlayacağınız.. Sonunda birbirimize kavuştuk.. Sinirlerimiz çok gerildi.. Ama o günü de öyle atlattık işte...

Brugge

Ertesi sabah yolculuk başladı yine. 4 saat yol gittikten sonra çikolata ve dantel cenneti Brugge' a ulaştık. Tabii ki yorgunluktan unuttuk. Bir de Tenten'in memleketinde olduğumuzu.. :)

Rehberin anlattığına göre bir ara neredeyse saat başı Afyon'dan Brugge'a otobüs kalkıyormuş.. Tabi ki mübalağa.. Ama o kadar sık gelen oluyormuş. Oradakiler de Afyon'u Türkiye'nin başkenti sanıyorlarmış. :) O kadar çok Türk varmış ki o küçücük yerde, çevre bakanı bile Türk'müş. :) Neyse, orada çok vaktimiz yoktu, 3 saat kadar vaktimiz vardı.
O arada ne yaptık? 15 dk kadar rehberin peşinden koştuk yine. Öğlen vakti güneş tepede ve bana sıcak bastığı için tekne turu yapmak istemedim. Serbest zamanımız önce su arayarak sonra "Aaa.. Carrefour varmış.. oraya bakalım. Aman Nehir'i yağlayalım. şimdi yemek vakti ne yedireceğiz" telaşıyla geçti.

Bira müzesine gittik, tenten ürünleri satan bir mağazaya girdik ve çıktık. Herşey çok pahalı. Tabii bu arada Nehir hanım hazır sebze çorbalarını reddettiği için ona uygun bir yer aradık. Sonunda makarna, çorba filan olan şirin bir yer bulduk. Girdik, oturduk. Hanım'a makarna söyledik. Elini içine soka soka yemeğe çalıştı. ama kesinlikle  doğru düzgün yiyemedi.
En son ne mi oldu? Üstüme S..çtı...!!! şaka yapmıyorum. Restoranda tam yedirmeye çalışırken Tevfik "Orasında bir ıslaklık mı var" dedi. Hava sıcak ya, anlamıyorum tabii yeni gelen sıcaklığı.. :) bir de baktım ki şortumun bir kısmı ve dizimin üstü tamamen, ve Nehir'in altı tamamen b.mbok olmuş.. !! :) Güleyim mi? Kızayım mı? Ağlayayım mı? Ne yapayım?
Zaten yemek de yediremiyorum..!! Kahretsin..!! Nereden çıktım bu tatile diye söylenmeye başladım.. Nehir'in umrunda değil tabii. Koşa koşa tuvalete gittik, soydum. Etrafa dokunmaması için özel çaba sarfediyorum.. İğrenç her yer.. :( Neyse, temizlendik, toplandık. Kalan yemeğimizi yedirmeye çalıştım. Orada işimiz bittiğinde zaten son 1 saatimiz kalmıştı. Biraz etrafa baktık. Bu arada inanılmaz lezzetli bir waffle yedim. Bize burada tatil yerlerinde kakaladıkları o waffle lar yalanmış. Gerçeğini yiyince anladım.

Kısacası Brugge, çok güzel sevimli bir yer. Çikolatasını yiyemedik. Rehber Brüksel'den alırız. Şimdi yolda erimesin dedi. Biz de almadık. Genel izlenimim, yurtdışına çıkarsanız Brugge' a bir uğramanız gerektiği.

Brüksel:

Ve turumuzun son etabı. Brüksel. Çok düzenli ve sessiz bir yer. tabii tam da akşam saati gittiğimiz için de sessiz. En az Luksemburg kadar da elit. :) Yine otobüsten inip koşmaya başladık. Brüksel'de pek birşey yapamadık. Meşhur işeyen çocuk heykelinin tarihini öğrendik. Onu da rehber tam bilmiyor zaten. Rivayetleri anlattı. Şimdi ben bile tam hatırlayamadım. Çikolatamızı aldık, akşam yemeğimizi yedik. Bu arada Ikea sandalyelerini her yerde görmek güzel bir duygu. Nehir Hanım'a lazanya yedirdim. :) abur cubur yiyerek geçen 2-3 günümüzün sonunda kesinlikle Nehir'in  tatile çıktıktan sonra zayıfladığını farkettim. Çünkü son 2-3 gün doğru düzgün yediremedim. "Allah'ım bir an önce dönelim artık eve.. Yeter bu işkence..!!" Son gün sürekli bunu söyledim. En son bir de oteli bulmak için döndük dolaştık şehirde. Bildiğiniz tam bir Avrupa şehri. Oteli bulduk, yerleştik. Klimayı açtık, uyuduk. ece bir ara uyandım. Buz gibi olmuşuz. Nehir'i bir an öldü sandım. Aldım sarıldım, hiç tepki vermiyor. Zaten yorulmuştu da ama küçük bir korku yaşadım. Klimayı kapattım, hemen sarıldım öyle uyumuşuz.

İstaaaaannnnnbuuuulll....!!!!!!!

Sonunda evimize dönüyoruz. Nehir yine uçakta 1 saat kadar uyudu. Sebze çorbasını yine reddetti. Israrlıyım ama yemiyor. Artık eve gidince mantıklı birşeyler yediririm diye düşündüm. Uçak yolculuğumuz 3 saat sürdü. Bir de Sabiha'dan eve dönüş  de 1 saat . Toplamda 4 saatte evimize vardık. Neredeyse cuma günü iş çıkışı Atatürk Havalimanı'ndan kendi evime gidiş süresi kadar. :)

Herşeye rağmen, iyi ki böyle bir tur yapmışız. Nehir'le neyi ne kadar yapabileceğimizi anladık. Genel olarak uyumlu bir çocuk Nehir. Uyumak istediğinde biraz yardımcı olursak 1-2 saat arabasında uyutabiliyoruz. Öyle toplu taşımadan filan korkuyordum Türkiye'deyken... Binmek istemiyordum. Ama sorun yok. O rezalet metrolara bindikten sonra bizimkine hayli hayli biner.. :) Dışarıda yemek yedirme konusunda da sıkıntımız olmadığını anladım. Ama bence en güzeli illaki çocukla çıkasaksanız 6 aya kadar çıkın.. :) 6 aydan sonra meyvesiydi, yoğurduydu, sebze çorbasıydı derken çocuğun yemeğiyle uğraşmaktan etrafa bakacak vaktiniz kalmıyor. Ya da çocuğunuzun büyümesini bekleyin. En az 3-4 yaşına gelmiş olsun. Ya da son seçenek bir cesaret çıkın bakalım sizin başınıza neler gelecek... :)

2 Eylül 2013 Pazartesi

Çocukla tatile gidilir mi?

Merhabalaaarr...

Yaklaşık 1 ay önce yazmayı planladığım, yeri geldikçe not defterime yazdığım tatil notlarımı sonunda sizlerle paylaşmaya karar verdim. Umarım sizlere faydası olur.. :)

Bazılarınızın merak ettiği, çok büyük cesaret dediği meşhuuuur Benelux - PAris hattından detaylarla karşınızdayım.

1- Çocukla tatile çıkılır mı?
2- Nehirle tatile çıkılır mı?

Açıkçası çocuğuna ve yaşına bağlı. Ben çocuğumdan ayrılamam ama uyku, yemek, kabızlık, yaramazlık sorunlarından en azından birine sahip bir çocuğum var diyorsanız, HAYIR çıkılmaz...!
Ama bende para gani.. Yine de çıkarım diyorsanız o zaman bakıcısı da olacağı için çıkılabilir.

Nehirle mi? Evet her türlü çıkılır. Ama detaylara inersek biraz sıkıcı oldu tabii :)

Arife günü:
Neee?!! 39 mu? evet ateşlendi. 1 haftadır dişleri kaşınıyordu, kesin diştir... Ya değilse? kulağı boğazı filan kötüyse? Ya dün dondurma yediydi.. :( bi Dr.unu arayalım. O da tatilde.. Aradık, klasik ibufen-calpol ikilisini söyledi. Beni kesmedi tabii bu durum. Yarın uçağa bineceğiz. Ya kulağında sıkıntı varsa? Hemen hastaneye gittik. Dr ne dese? Boğazı pembeleşmiş. 3 gün bekleyin ateş düşmezse antibiyotik verin demez mi? Ya ne beklemesi.. gece vakti zor bir karar verip antibiyotiğe başladık. :)
Ertesi sabah:
Sabah ateşi biraz düşmüştü. Neyse ki çocuklar ateşe dayanıklı oluyorlar. Kalktık uçağa gittik. 3 saatlik uçak yolculuğumuzun neredeyse 2 saati uyuyarak geçti.. Ohh.. neyse ki uçakta sorun yaşamadık. Amsterdam'a indik. Herşey çok güzel. Haala ateşimiz var ama neyse ki keyfi yerinde.. İndikten sonra klasik panoramik şehir turu ilk turumuz başladı. Tabii ki koşturmaca ile geçecek olan turumuzda ilk durağımızda enerjimiz olduğu için biz de koştuk.. :) Amsterdam gerçekten güzel bir şehir. Bisiklet konusunda Çin ile yarışır bence.. Tam adım atacağız hoop bisiklete dikkat sesleri.. Her yerde Türkler var zaten. Nehir mi? O uyumaya devam etti.. :) Yaklaşık 2 saat da arabasında uyudu. Çok şanslıyız ki öğlende uyumak istiyor. E bu arada ona bir sebze çorbası ayarlama problemimiz var. Giderken yanımda çeşit çeşit sebze çorbası götürdüm. Ama sadece milupanın büyük kavonozundaki sebze çorbasını beğendi. İlk gün için oldukça şanslıydık. Hatta meşhur elmalı tart tan bile yemeye vakit bulduk. Akşam yemekleri de zaten ne bulursak onunla geçiştirmek zorunda kaldık. En son gece yatmadan önce muhallebi yapıp yedirdim. Benim de kafam rahat bir şekilde uyuyabildik. Hatta Nehir ilk defa babasıyla benim aramda bi bana baktı bi babasına baktı ve kendi kendine uyudu. :)
Neyse, süper bir tur rehberimiz vardı. Amsterdam'ı övdü mü sövdü mü biz de tam anlayamadık. :) ilk gün "Bunlar protestan oldukları için çok fazla kiliseleri yok. Zaten hükümet de izin vermiş. Herşey mubah burda.. Şimdi sizi red ligth'a götüreceğim. Öyle alttan çekeyim, yandan çekeyim, biraz da buradan çekeyim filan demeyin. Yasak..! Öyle aç karnına kek yiyeyim filan demeyin.. Mideniz bulanır. Fena olursunuz." diyip koşuya başladık.. :)
O gece Amsterdam'da kaldık. Ertesi gün Büüüüyyyyüüük Hollanda turunu katılmamayı tercih ettik. amsterdamda bu kadar koştuysak ohooo Hollanda turunda pestilimiz çıkar dedik. Hem iyi de oldu. Erman'ı görmüş olduk. Sağolsun o bizi biraz gezdirdi. Gece de yine Amsterdam'da kaldık.
Erman'la Amsterdam turu öncesi..

3. gün:
Sabah kalktık, uyduruk kahvaltılarından yemeden yola çıktık. Tabii bende genel bir stres var. Ya Nehir aç k.alırsa stresi.. Ne aç kalması.. Ben tam yeter artık emzirme işini bitirelim demeye başladım, çocuk bana daha çok yapıştı.. Tüm tur boyunca sürekli emzirmek zorunda kaldım. Bu yüzden emzirirken uyudupu ve kucağımda olduğu için otobüsten inemediğim, göremediğim yerler de oldu. Bugün 4 saat boyunca otobüsteydik. Nehir hanım yine emdi. Uyudu.. Aslında şanslıyız ki onu oyalamak zorunda kalmadık.. 4 saat sonunda Köln'de durduk. Topu topu 1,5 saatimiz vardı. Ne mi yaptık? Zaten büyük Katedral'in önünde durmuştuk. Orayı biraz gezdik. Ayin vardı. Onu izledik biraz.. Sonra vakit az olduğu için tur rehberinin ballandırarak anlattığı Türk restoranını aramaya başladık. Sonunda bulduk, ama ne restoran.. Bizim taksimdeki küçük büfelere benzer, uyduruk bir yer.. Allahım bunun için mi koşturduk bu kadar diyip geri döndük.. Geri dönerken yolda süper bir lego dükkanı buldum. Tabii ki dayanamadım, girdim.. Rüya gibiydi. Tabii ki Nehir'e de birşeyler aldım.. :) Sonra zar zor bir restoranda yemek yedik.. Nehir yine uyuyordu.. :) Tam yerken uyandı. Hadi bakalım sebze çorbasını ısıttır.. Yedirmeye çalış. O yemedikçe ben gerildim...

                                                              Nehir'i yedirme çabaları...

Şimdi düşünüyorum da hiç gerek yokmuş strese. Ama o anda yurtdışındasın, elinden gelen tek şey hazır çorba içirmek ve çocuğun reddediyor. Hani beğenmiştin çocuğum.. ı-ıh yemiyor. Ben de açım derken.. Klasik yemek problemi işte. Sonra yine otobüse bindik.. Nehir yine mi buna bindik edasıyla mızıldanmaya başladı.. Neyse ki yine uyudu.. :) Biz de Luxemburg'a yol aldık. Tur rehberi yine koşuya başladı. 6 da her yer kapanıyor. Sizi markete götüreceğim dedi ve başladık koşturmaya. Saat 6 ya 10 var. Meğer şarap almak için koşuyormuşuz... Neyse, Luxemburg güzel ve gayet elit bir şehir. Zaten göçmenler çalışıyor, kendi halkı keyif yapıyor. Yanlış hatırlamıyorsam kişi başına gelir 80000 euro.. Dukkalıkla yönetiliyor. Ben de dukka istiyorum demeye başladım. Meclis adı altındaki bir binanın önünden geçmek istiyoruz. Önüne açık hava sahnesi kurulmuş. Ellerinde kadehlerle insanlar sinema saatini bekliyor.. Bu nasıl bir şehir yahu? Keyfe bak.. :) Ben de bunları istiyorum şehrimde. Neyse, şehir çok rüzgarlıydı. Nehir hanımın da pizza ve makarna sevdiğini ve canlı verilen cazz müziği beğendiğini oradayken öğrenmiş olduk. Şanslıydık gerçekten.
                                                        Luxemburg, renkli filler ve biz..

4. Gün:
Sabahın köründe Luxemburg'tan yola çıktık. Bende de bi tuhaflık var zaten. İyi hissetmiyorum. Başağrısı derken yola çıktık. Nehir yine yapıştı tabii ki bana.. Tevfik nolur al iyi değilim diyorum. Tevfik ateşime bakıyor, evet biraz sıcaksın diyor ama ben kendimi kaybetmek üzereyim. Derken 3-4 saatlik bir yolculuktan sonra Paris'e vardık. Neredeyse hiç bir şey hatırlamıyorum. O kadar kötüyüm ki artık sormaya başladılar. İyi misin diye..? O sırada biz Paris'te panoramik şehir turuna başlamıştık ve sonradan Napolyon'un mezarı olduğunu öğrendiğim bir yerde durmuştuk. Herkes fotoğraf çekmek için inmiş. Hee iyiymiş diyip uyuklamaya çalıştım biraz.. Bir ara Louvre'da  olduğumuzu söylediler.. Tek gözümü açıp piramidin tepesini gördüm.. Holley dedim içimden ama kucağımda Nehir uyuyordu ve ben yine kendimi kaybettim. Kısacası Paris'in ilk gününü pek net hatırlamıyorum. Arada bi kendime geldim. Onda da Eyfel'in önünde fotğğraf çektiriyordu herkes. Aman bir daha gelemeyiz belki diyip indim otobüsten.



Neyse ki sonunda otelimize geldik. Gece vakti.. Karnımız aç. Otel çok uyduruk. Herkes şikayetçi. Zaten Paris'in içinde lüks otelde kalmak ne haddimize..? Bize bulmuşlar normalde belki de 10 euro ya kalınacak bir otel. Bir tek biz memnunuz çünkü bebek var diye özürlü odasını vermişler. Bir de bebek yatağı vermişler.. Ohhh.. Süper herşey. Ateşimi ölçtük sonunda. 39. Neden çıktı , Nooldu bilmiyoruz. O gece terafluyu aldım. Oooh, mis gibi uyuydum. Sağolsun Tevfik Nehiri'i de uyutmuş. Oynamışlar biraz filan. Keyifler gıcır. Gecemiz güzel geçti.

5. gün:
Tabii ki rehberle gezmeyi reddettik. Sabah çıktık, nereye gitsek? Rota belirleyelim derken hepimiz karıştık.. Önce Eyfel'e gidelim o zaman, ordan da tekne turu yaparız dedik. Louvre da zaten bir tek çarşambalara özel akşam 20:00-22:00 arası açıkmış. Tama dedik öyle yapalım. Tabii ki öyle olmadı. Evet Eyfel'e gittik. Güneş tam tepemizde. Önce tekne turu yaptık. Tabii ki güneş geçti kafamıza. O arada Nehirin çorba problemi oldu yine. Yok yemedi çocuk haızr çorbayı.. Neyse, emziriyorum. O kadar aç değildir diyip çıktık Eyfel'e.. Müthiş
 bir şehir planlaması. Şehir çok güzel. Eyfel'den daha da güzel görünüyor. Adamlar bizim gibi bu eskidi yıkalım yerine site yapalım demiyorlar ki.. Eskiyi bırakıyorlar. Şhri genişletip yeni şehir kuruyorlar. Biz de şehri nasıl mahvederiz diye düşünülüyor. Neyse, Eyfel'den sonra şehir içi gezinti otobüsümüze bindik. Çok da yorulmuştuk zaten. Nehir yine kucağımda emerek uyudu.. Bana fenalık geldi. Yeter artık dönmek istiyorum. Çok yoruldum, emzirmekten de, güneşten de... :( Gezerken hadi Notre Damme da inip en azından resim çekelim, hediyelik eşya alalım dedik. İndik. Orda biraz vakit geçirdik. Nehir yine uyuyordu.. :) sonra aklımıza geldi.. Ee? Ufuk Teyze parfüm istemişti. Yarın Paris'te olamayacağız. Hadi koşturarak Champ Elysees' e gittik. Orada bulduk parfümü. Hatta disney'in bir mağazası vardı. Rüya gibiydi. Herşeyi almak istedim. :) Nehir Monsters'taki bir karakteri görüp gözlerini açıp oooo diyince dayanamadım aldım ona.. aldı ve sarıldı. Şaka gibiydi. :) Hemen karşısında da bizim pideciler gibi bir pizzacı vardı. Meşhurmuş orada. Oraya daldık. Bu arada söylemedim ama aklımıza ve gözümüzün önüne gelen her yerde çikolatalı kruvasan yedik. Hatta Nehir bayıldı.. Ne zaman yesek ona da edirmek zorunda kaldık. :) Ama bizim Louvre planlarımız altüst olmuştu. Hatta Louvre a gitmeyi unuttuğumuzu gece otele gelince anladık.
Neyse, ertesi gün Disneyland turumuz var. Çok heyecanlıyız.. :)

                                             
                                                       Champ Elysees'de koştururken..

Yazıma burada ara veriyorum. Çok da sıkmayayım sizleri.. Disneyland turu ve gezimizin sonunu bir sonraki yazımda anlatayım. :)


Bu sıcakta oralarda gezilir mi beah...!!! Sakın haaa...

3 Ocak 2013 Perşembe

iş yeri insanı nasıl köreltir...

Çünkü ben 10 aydır mutluyum ve huzurluyum. Bu yüzden dün kafamın içinde kelebekler, yeşil bir çayır ve güneşle geldim. Bugünse o güneş gitmeye başladı. Havam hafiften grileşmeye başladı, yağdı yağacak.

Bugün "Günaydın"ıma tek cevap en samimi arkadaşlarımdan geldi. "İyi akşamlar"ıma da aynı insanlar cevap verdi dün.  Diğerlerine bu dilekler gereksiz ve belki de yapmacık geliyor. Ama inanın hepinize güzel bir gün ve keyifli dakikalar dilemiştim. Güzel bir gün geçirin istemiştim. Ben 10 aydır yoktum. Evet şu an bana hayat daha güzel geliyor ve bu keyfi sizinle paylaşmak istiyorum. Ama sevgili şirket arkadaşlarım, siz neden bu kadar somurtkan ve mutsuzsunuz? Ben de yakında sizin gibi olacağım sanırım. İnsan duyguları ve hareketleri işyerinde nasıl bu kadar körelir şimdi daha iyi anlıyorum. Çünkü işe yeniden başladım ve ofisteki arkadaşlarım ben yokken çalışmaya ve strese devam ettiler. Biliyor musunuz, kendi stresinizi kendiniz yaratıyorsunuz ve etrafa saçıyorsunuz? Bu yüzden hepiniz mutsuz ve diğerlerine öfkelisiniz. Belli 1-2 arkadaşınız var gülebildiğiniz ve diğerleri hakkında dedikodu yapabildiğiniz... Onların dışındaki herkesin mutlu tavırları size gereksiz sevgi gösterisi gibi geliyor.

Ben sizin gibi olacağım yakında... Öfkeli, stresli, mutsuz... Çünkü beni siz o hale getireceksiniz. Çünkü insanoğlu bulunduğu çevreye hemen uyum gösterir. Çünkü ben çok duygusalım. Sevilmediğimi ve sevecenliğime karşılık bulamadığım zaman katılaşırım ve size sizden daha kötü davranırım. Kendimi tanıyorum. Yapmayın, beni Sizleştirmeyin... Çünkü ben 10 aydır mutluyum ve huzurluyum. Yazılarımı okuyan işyerindeki arkadaşlarım hayretle "Ben senin bu kadar duygusal olduğunu bilmiyordum" diyorlar. Bilmezsiniz tabii... Kime güveneyim, kiminle hangi sırrımı konuşayım bilemiyorum ki. Bu yüzden hep bir sınır var aramızda... Ben göründüğüm kadar sert değilim.

Anlıyorum ki 4 senedir Sema şöyle soğuk, Sema böyle ters davranıyor, Sema'dan şikayetçiyim diyen arkadaşlar haklıymış. Ama hiç dönüp kendilerine bakmışlar mı? Durup bu kız neden böyle soğuk davranıyor, neden tersliyor diye düşünmüşler mi? Hayır. Çalışma ortamı böyle ne yazıkki. Herkes birbirinden şikayetçi, herkes mutsuz. Kim kimin kuyusunu nasıl kazar onu düşünüyor. Allah'a şükür o kadar katılaşmadım. Benim hiç birinizle bir derdim olmadı aslında. Sizin saçtığınız kötü enerjiyi size yansıtıyordum. Farkında değilsiniz, değil mi? Ben de farkında değildim. Taa ki dün işe başlayana kadar. Kimin yüzüne baksam soğuk bir ifade. Benimle 1-2 iş yapmış olan ve tanıyan birkaç kişi nasıl olduğumu, bebeğimi merak etti ayaküstü. Teşekkürler. Biraz ilgi beni kendime getirdi. Az önce dedim ya beni sizleştirmeyin diye.. Olmayacağım. Bu sefer olmayacağım. Bu sefer sevecen tavrımla devam edeceğim. Ne kadar dayanabilirim bilmiyorum ama zorlayacağım.

NOT: Bu arada dün akşam Nehir'le neler olduğunu merak edenler için yazıyorum. Bizim kız büyümüş. Beni görünce önce kucağıma geldi ama 1 saat boyunca da yüz vermedi. Gayet ciddi bir tavır takınmış. Çok uğraştım ama sonunda yumuşattım. Bu akşam ne olacak bakalım? :)

2 Ocak 2013 Çarşamba

İlk gün

İşte ilk gün...

Bence anlatılanın ve beklediğimin aksine güzel geçti. Herşey bıraktığım gibi ama ben değişmişim. Belki de ilk gün diye. Yüzümde bir gülücük, sıfır stres...

Sadece acaba "Nehir beni arıyor mudur?" sorusu kafamda...

Bütün gün annemi arayıp "şimdi N'apıyor", "Ağladı mı?", "Su vermeyi unutma..", "Onunla oyna biraz.." vs.. bir sürü şey söyledim. Sanki kendisi bunları yapmayacakmış gibi. Kadıncağızı da strese sokuyorum. Anneminse söylediği tek şey kalbime yumru gibi oturdu. "Herşey iyi, ağlamadı ama gözü hep yatak odasında..." Çok fena. Yazarken bile kalbim sıkıştı. Onun beklentisini karşılayamadığım düşüncesi beni sıktı. Yatak odasına eğilip bakarkenki yüzü ve hali geliyor gözümün önüne. Canım ya, hiç birşeyden haberi yok. Annesini mi bekliyor..? "Nerde bu kadın?" yahu diye düşünüyor mu?
Acaba eve gidince beni nasıl karşılayacak? Bazıları küseceğini söylemişlerdi. Bazıları da birşey olmuyor diyor. Bence pek sorun olmayacak.. Vakit bir an önce geçse de onu görsem.. Daha işten çıkıp yarım saat 40 dakika da yol gideceğimi düşünürsek... Offf, geç vakit geç. Bir an önce O'na kavuşayım da oynayalım biraz...

Hayat çok zor. Bebeğim olsun istiyorsun ama çalışmak zorundasın. Yine O'nun iyiliği için. Herşey O'nun için zaten. Bir yandan ayrılmak istemiyorsun, bir yandan da çalışmalısın. Hem O'nun için zor hem kendin için. Şimdi benden önce anne olanlar diyecekler ki, "Bizim çocuk da öyle büyüdü. Birşey olmuyor, alışıyor." Biliyorum, alışıyor. Alışmalı. O da bu hayatın zorluklarına katlanmaya bir yerden başlamalı.

Bugüne kadar her sabah uyandığında yanındaydım. Hatta son 1 aydır neredeyse hergün beraber yattık ve uyandık. Uyanıp bana dokunduğu, güldüğü zamanlara bayılıyordum. Şimdi o zamanları belki de haftada 1 ve tatillerde yaşayacağım. Sonra büyüyecek ve benimle yatmak bile istemeyecek. Rahat edemeyecek çünkü. Ama Sen her zaman benim küçük bebeğim olarak kalacaksın güzel Nehir'im... Bense hep seninle birlikte yattığım günleri düşüneceğim.

13 Kasım 2012 Salı

kaybetme korkusu

Az önce izlediğim bir dizi yüzünden blogumda yeniden yazmaya karar verdim.

Her annenin içinde çocuğunun başına kötü bir şey gelmesi,  onu kaybetme gibi duygular vardır elbette. Bazen bendeki o duygular iyice depreşip "keşke doğurmasaydım" a kadar geliyor. Böylece onu sanki korumuş olacağım.

Ne zaman hasta bir çocuk görsem, ne zaman yeni bir şehit haberi duysam aynı şeyi hissediyorum. Onu koruyamama korkusu kalbimi sıkıştırıyor bazen... Dizide ölen çocuğa bakarken bir an "Nehir'e ne kadar çok benziyor bakışları" dedim. Birinin başına kötü bir şey geldiği anda Nehir'i düşünüyorum. Kabus gibi. Şimdi anlıyorum annelerimizin biz şişmanladığımızda bile neden üzüldüklerini... Hep en iyisi , en güzeli onun olsun, güzel bir hayatı olsun istiyoruz. Ama hayat ne kadar acımasız.. Sırf erkek olduğu ve bu ülkenin politik oyunları yüzünden ölen bir sürü insan ve geride kalan acılı aileler.. O anneler, babalar... Doğur, büyüt, hayaller kur sonra bir anda elinden kayıp gitsin... Ne büyük bir acı..! Gereksiz teselliler, devlet büyüklerinden taziyeler... İçimden küfür etsem de, gidenin arkasından dua etsem de, ailesi için içten üzülsem de giden geri geliyor mu?

Bir de en yeni acımız Acu'm... Bildiğiniz bok yoluna gitmek böyle bir şey işte... Nehir'le ilgili her iyi şeyde, her kötü şeyde hep aklıma Acu'mun annesi geliyor. Nasıl bir acı çektiğini anlayabiliyorum. Çocuğunu kaybetme korkusu kaybetmekten de beter gibi geliyor bana.

Uykusunda inliyor şimdi. Sanırım dişi çıkmak üzere ve bu ona acı veriyor. Keşke benim canım acısa, o rahat uyusa...

İçimde ne fırtınalar patlıyor bunları yazarken ama daha fazla yazamayacağım.

Tüm şehitlerimizin, evlatlarımızın, Acu'mun ruhu şad olsun...

3 Ekim 2012 Çarşamba

Uyku ve Kriz anları..!!!

Herşey 7 ay önce başladı... :) İlk 3-4 ay sürekli uyuyarak geçiyordu. Ya artık şu gözleri açsa, bizi bir tanısa, artık dünyayı görebilse diyordum. "Dur sen daha gözlerini bir açsın görürsün o zaman" diyenler çoktu. Ben de kızıyordum. Ben çocuğumun herşeyi görebilmesi, hissedebilmesi, duyabilmesi için gün sayıyordum. İnsanlar sürekli "Duur dur bunlar iyi günlerin" diyordu herkes. Hiç bitmeyen iyi günler.. Bu da ayrı bir blog konusu.. Neyse,  sonuç olarak artık gözlerimiz açık, bizi tanıyor, kokuyu alabiliyor, sevgiyi hissedebiliyor ama uykusu gelip de uyuyamayınca kriz başlıyor işte...

Bugün başıma gelenleri anlatacağım yeni annelere ve eski annelere... :) İlk aşama; çok uykusu geliyor ya "heh tamam şimdi uyur" diyorum üzerinden yarım saat geçiyor. Hala zırıldayarak etrafa bakıyor. Bu arada kaşlar kızarmış durumda. Sonra biraz oyalıyorum ki iyice uykusu gelsin diye. Bir 15 dk sonra yeniden deniyorum. 2. aşamaya geçiyoruz. Bu sefer emziği yere atıyor, bağırmaya başlıyor. Tabii ben hala sakin olmaya çalışıyorum. Çünkü 1 saat geçmiş, biliyorum ki uykusu var. Etrafta birileri varsa beni kınayarak izliyor. Hani derler ya "Boşver, uykusu varsa uyur zaten" diye. Öyle bir şey yok! Var işte uykusu ama beceremiyor. N'apalım yani. İstiyorlar ki bırakayım ağlasın, iyice çıldırsın. Hatta "bırak ağlasın öyle uyur. Bir şey olmaz."  Bazıları da yardımcı olmak için "Ver bir de ben deneyeyim" diyor. Heh, işte o an ne diyeceğimi bilemiyorum. Kırmamak için "iyi peki dene" diyorum ama biliyorum ki daha da azacak. Ya, ben derdimi kime, nasıl anlatayım? İnsanları kırmamak için hep Peki diyorum ama sonra yine ben uğraşıyorum. Neyse, 3. aşama da 1 saat uyuyamayıp iyice çıldırdığı anlar. Son çare diyip yine emzirmeye çalışıyorum. Gözler ufaktan kısılıyor. Bu arada kendi kendine "ııııı-ıııı-ııı" ninni söylüyor uyumak için. Ben ayrı, o ayrı "ııı-ıııı-ııııı" bir 5 dk gidiyoruz. Sonunda mutlu son. Uyuyor. Yatağına yatırıyorum. İşte burada 3 olasılık var. Ya yatırırım yattığı anda ağlamaya başlar ve herşeye yeniden başlarız ya da yatırırım 5-10 dk sonra uyanır 1 saat daha aynı şeyleri yaşarız. Ya da en sevdiğim olasılık 2-3 saat uyur. Bugün ne mi oldu? 1. aşamada kucağımı yatak zannedip bir sağa bir sola döndü ve uyudu sonra da uyandı ve az önce bahsettiğim 2. olasılık oldu. Tam rahat bir nefes aldım. Uyudu diye kahvaltıya oturdum. "Aaayy, ne güzel kumrulara bak öpüşüyorlar. Şunların resmini çekeyim"dedim. Telefonumu almak için içeri girdim. VE bir anda göz göze geldik... :) Bana sırıttı. Sanki 3 saat uyumuş gibi. Ne yapabilirim ki? Güldüm ben de. Yeniden kucağıma aldım. Karnım gurulduyor bu arada. Yeniden oyalamaya başladım. Dışımdan gülüyorum filan ama içeride sinir katsayım iyice yükselmiş durumda. Neyse ki, babaannesi yetişti imdadıma. Biraz oyaladı. Baktık ki olmayacak "hadi ben meyve suyunu yapayım. Karnı iyice doyarsa uyur" dedim. Güzel güzel içtik meyve suyunu  da. Onu içerken bile gözler kısıldı. Kaşlar hala kıpkırmızı. Artık gözler de kızarmış durumda. Ama ne oldu? Meyve suyu bitti. Nehir Hanım iyice uyandı. Allah'ım çıldıracağım... Tabi bendeki sinirler ufaktan atmak üzere. Hadi altını da değiştireyim. Uyursa temiz olsun. Değiştirdik. Eee? Hadi uyu.. Yok arkadaş. Uyumayacak. Delirmek üzereyim. Tabii ki söylenmeye başladım. "Neden uyumuyorsun? Yeter artık!! şşşşşşşş... Sus.." sanki anlıyor. Bazıları anladığını iddia ediyorlar ama ben tam olarak anladığını sanmıyorum. Çünkü saçma sapan yüzüme bakıyor. 4. aşamaya geçtik. Kriz geçiriyoruz. Herşeye bağırıyor. Artık ikimiz de delirdik. Ben bağırıyorum arada. O da bana bağırıyor. Kasılıyor. Yok uyuyamıyor işte. "Ya biri yardım etsin beceremiyorum işte. Olmuyor. "Derken içimden. Yine babaanne geldi. Ver ben bağırta bağırta uyuturum olmazsa dedi. Ve sonuç; 30 sn sonra uyudu....... Bana mı garezin vardı çocuğum. Beni niye delirttin? Artık son aşamada olduğumuz için bir anda sızdın tabii...

Yaa, işte böyle. Herşey çok güzel. İyi ki doğmuşsun. İyi ki varsın. Seni çok seviyorum ama şu uyku ve kriz anların var ya... Oradan kaçmak istiyorum o anda... Bir de bunun benim de uykum olduğu gece seansları var tabii... Ben uyumak isterim, o uyumak ister.. İkimiz de son aşamaya kadar geliriz. en delirdiğim anda bir anda uyur. O zaman bile yatağına yatırırken korkuyorum. Aradan delirmiş vaziyette 2-3 saat geçince korkuyor tabii insan.

Büyüyorsun ama biraz zor oluyor.. Yine de seni çok seviyorum. Güzel Kızım... :)